İlk yirmi dakika hafif ıslanmak hoşuna bile gitmişti. Ancak yağmur birden hızını alıp fırtınaya dönüşünce, eve dönmeyi bırak; kendini durağa zor atabildi. Dakikalar geçiyor, yağmur dinmek bilmiyordu. Durak kalabalıklaştıkça Eda da ister istemez çevresini dinlemeye başlamıştı.
İki genç delikanlının konuşmasına kulak misafiri oldu. Biri diğerine telefondan videolar izletiyor, arada yorum yapıyordu. Eda’nın dikkatini çeken videoda bir yazar, günümüzde birer etiket haline gelmiş kavramların gerçek anlamlarını anlatıyordu. Kulak kesildi.
“Sarık,” diyordu yazar, “aslında insanın kefenini başında taşımasıydı. Ölümü her an hatırlatıp, dünyanın geçiciliğini simgelerdi. Bir karar alırken ya da bir hüküm verirken, ölümün insanı her an bulabileceğinin farkında olunmasını sağlardı. Bu da adaletin ve ölçülülüğün hatırlatıcısıydı.
Ama bugün biz bunları unuttuk…”
Eda bu sözleri duyunca oldukça şaşırdı. Hiç böyle düşünmemişti. Onun için sarık, sadece şeyhlerin ya da din adamlarının taktığı bir aksesuar olmuştu bugüne dek.
Bir an durdu.
“Ben en son ne zaman mezarlığa gitmiştim?” diye düşündü.
“Hiç hatırlamıyorum… Lisedeyken mi acaba?”
Yağmur hafiflemeye başlamıştı. Gençler yanından ayrıldı ama Eda’nın zihni hâlâ o cümlelerde asılı kaldı.
“Ne çok şey var anlamını kaybetmiş… Bilgi çağında yaşıyoruz ama hakikat unutturulmuş. Hep koşmuşuz: işe yetiş, eve yetiş, hayata yetiş… Düşünmeyi unutmuşuz. Gördüklerimizi sorgulamamış, sadece kabul etmişiz.
Ya bize gösterilenler gerçeğin kendisi değilse?
Hiç sormamışız.
Dert ettiklerimiz ne kadar da geçiciymiş aslında. Bizi oyalamış, bizse fark etmemişiz.”
Yağmur damlaları seyrelmişti ama Eda’nın içinde yeni bir düşünce yağmuru başlamıştı.
“Öyle bir zamandayız ki, acıyı, kaybı, ölümü konuşmak neredeyse yasak. Her şey ‘mutlu ol, eğlen, tüket’ üzerine kurulu. Oysa tükettiğimiz sadece eşyalar değil; zamanımız, ruhumuz, ömrümüz de yavaş yavaş tükeniyor.
Ama biz, hiç bitmeyecekmiş gibi yaşıyoruz.
Ölüm sanki hep başkalarının başına gelen bir şeymiş gibi.”
Eda ne kadar da haklıydı düşüncelerinde.
Oysa dünya ölümlü, biz de ölümlüyüz.
Ama tüketim çağının bizi kandırdığı yer tam da burası:
Sanki süremiz hiç bitmeyecekmiş gibi yaşatıyor bizi.
Ve ölümü unuttuğumuz anda, hayatın gerçek anlamını da unutuyoruz.
""Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın amacını amaç edinen gerçeklik ilmidir. İnsanın daha mutlu ve başarılı olması için deneyimlerden yola çıkarak, stratejiler üreten bir öğretidir.
“İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri, en büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi... Aynada ki kişi...Tek başına neler yapabileceğini keşfet;"
Yahya Hamurcu

8 Yorumlar
Insana ne zaman öleceği söylense hersey ne kadar da anlamsız olur...
YanıtlaSilO zaman her şeye gerektiğinden fazla önem vermek neden?
Gerçek gerçektir ve eninde sonunda ortaya çıkar.
YanıtlaSilAtalarımız savaşmaya giderken, ölümü kabul edip şehit olmayı dileyip gidiyorlardı. Ölünce kefenim başında olsun diye kefenini başına sarıyordu. Zamanla her şey gibi bu da anlamını kaybetti. Şimdi bir çocuğa bir öğrenciye ölümle ilgili bir şey hatırlatınca çocuğun psikolojisi bozulur diye uyarı alıyorsunuz. Hayatınızda o kadar sahteler var ki gerçek olan ölümü konuşunca absürt sıra dışı , anormal duruyorsun. Yaşadığımız hayatın bir süre olduğunu mühlet verildiğini ölüm ile hatırlıyoruz. Bu verilen süre sınavda olduğumuzun kanıtı aslında...
YanıtlaSilÖlüm gerçeğini , bu dünyada geçici olan her şeye nasıl ve bel bağlayıp gerçeği unuttuğumuzu güzel ifade etmişsiniz teşekkürler..
YanıtlaSilİnsan unuttuğunu hatırlıyor ve sonra tekrar unutuyor ne garip.. Oysa hayatın içinde ne çok hatırlatıcı var. Aynı bu yazı da olduğu gibi.. Bir ölüm haberi bir gün hasta uyanmak.. Bir gün bir rüyadan etkilenmek vs.. Ahh keşke sürekli hatırlayan olabilsek..
YanıtlaSilDüşündürücü bir yazı olmuş. Yüreğinize sağlık. Teşekkürler 🌟
YanıtlaSilBu dünyada ki bir gerçekte ölüm. Hatırlamak lazım 👍
YanıtlaSilOlduğumuz çağ da bilgiye ulaşmak hem çok kolay, hem de bir o kadar zor. O yüzden gerçek bilgiye ulaşmanın yollarını öğrenmek çok kıymetli.
YanıtlaSil