AVUÇ DOLUSU İYİLİK


Sabahın ilk saatlerinde başlıyordu dersler. Üçüncü teneffüs, Gül öğretmene kahve molası için çok iyi geliyordu. Hava soğuk da olsa öğretmenler odasının balkonuna çıkar; kahvesini yudumlarken bahçede oynayan çocukları seyrederdi.

Otuz yıldır yaptığı bu meslek için hep “İyi ki seçmişim.” derdi. Zaman zaman çok yorulduğunu hissetse de ara tatillerle yeniden enerjik bir şekilde dönerdi okuluna. Mesleğine olan sevgisi hiç azalmamıştı. “Yeniden seçim yapsam tercihim yine sınıf öğretmenliği olurdu.” derdi. İlkokul sıralarında kendi öğretmenine duyduğu hayranlıkla, daha o yıllarda karar vermişti öğretmen olmaya. Ve özellikle de sınıf öğretmeni olmaya.
Çocukluğunda hayranlıkla izlediği o öğretmenin davranışlarını zaman zaman kendisinin de sergilediğini fark eder, o an gülümser, o kıymetli insanı özlemle anardı.

Bugün de her gün olduğu gibi, teneffüs zili çalmış; kahvesini almış, balkondan bahçede oyun oynayan çocukları izliyordu. Yılın bu mevsiminde ağaçların sararıp solan yaprakları, döküldükçe çevreye başka bir güzellik katıyordu. İlkbaharı seviyordu; doğanın uyanışıydı çünkü. Ama sonbahar da bu uyanışın hazırlıklarının başlangıcıydı.

Gül öğretmenin gözü, bahçenin bir köşesinde iki çocuğa takıldı. Biri dizlerinin üzerine çökmüş, diğeri kucağındaki beslenme kutusunu açmıştı. Küçük çocuk, annesinin koyduğu ekmek arasını minik elleriyle bölüyor, yanındaki arkadaşına ikram ediyordu. Şişedeki ayranı önce kendisi, sonra arkadaşı yudumluyordu. Ancak kendisine yetecek kadar olan beslenmesini böylesine büyük bir merhametle paylaşan bu çocuğun diğerlerinden farkı neydi? Bir köşede tek başına da yiyebilirdi. Aksini yapabilecekken, yapmıyor; tüm iyi niyetiyle paylaşıyordu.
Aslında iyi olmak ve iyilik yapmak işte bu kadar kolaydı.

Neden daha fazlasına sahip olmak istiyordu ki insanoğlu? Nereye varabilirdi bu istekler? Sonsuzluk diye bir şey var mıydı gerçekten? Elde ettikleri, etmek istedikleri; kavgalara, savaşlara değer miydi? Değer miydi bir çocuğu anne babasız bırakmaya?

Bu düşünceler içindeyken ders zilinin çalmasıyla irkildi. O sırada yanına gelip arkadaşını şikâyet eden öğrencisinin elinden tuttu ve onunla birlikte sınıfa doğru yürüdü. Koridorda bir yandan da öğrencisini dinliyordu:
Arkadaşı onunla oyun oynamak istememişti.
“Bir çocuğun en büyük üzüntüsü bu olmalı.” diye düşünerek sınıfa girdi.

Ders “İnsan Hakları ve Vatandaşlık” dersiydi. Artık dördüncü sınıf olmuşlardı ve ortaokula gidecek olmanın heyecanı yavaş yavaş başlıyordu. Çocuklar da bu yıl çevrelerinde olup bitenlere daha bir farkındaydı. Öğretmen sordu:

— Çocuklar, dünya sizin için ne demek?
— Yaşamdır, sudur, nefes almaktır.
— Peki sizce insanlar dünyada neden vardır?
— Yaşamak için… Oyun oynamak için vardır.
— Peki siz olsaydınız dünyayı nelerden uzak tutmak isterdiniz?
— Kötülükten, savaştan, ölümden…
— Peki bunların yerine ne olsun isterdiniz?
— İyilik, doğruluk, güzellik…
— Zararlı şeyler uzak dursun hayatımızdan!

Ne kadar haklıydı çocuklar. Kötülük, savaş ve ölüm… Üçü de birbiriyle ilişkiliydi. Ve çocuklar bu kavramları henüz bilmemeli, hele ki yaşamamalıydı.

Bu kadar az yaşanmışlıklarına rağmen bu küçük çocuklar bunları söyleyebiliyorsa, dünyadaki tüm insanlar nasıl susuyordu? Aynı dünyada, aynı zaman diliminde… Bir yanda yüzüne kan sıçrayan çocuklar, diğer yanda pahalı oyuncaklarla oynayan çocuklar… Farkı yaratan, yetişkinlerin payına düşenle yetinmeyip daha fazlasını istemeleri, isteklerinde aşırılaşmalarıydı.


Bugün Dünya İyilik Günüydü ve tüm çocuklar koşup oynayıp mutlu olmalıydı.

O sırada bir öğrenci elinde bir resimle yaklaştı. Kağıtta, bir bayrağın altında biri gülümseyen, diğeri ağlayan iki çocuk vardı.

Öğretmeni sordu:
— Neden ağlıyor diğer çocuk?
— Babası şehit olmuş da ondan öğretmenim. İnsanlara yardım taşıyan uçakta askermiş, uçağı düşmüş. Ben istedim ki tıpkı bu bulutlar gibi iyilikler de havada yayılsın ve tüm insanlar iyi olsun…

Aybüke’nin isteği ne kadar güzeldi. İyi olmak aslında çok zor değildi. İnsan, doğru olanı yaptıkça iyiliğe, iyiliğe ulaştıkça güzelliğe varıyordu.

Tüm sınıf, içlerinden geçirdikleri iyi dilekleri avuçlarından üfleyerek gökyüzüne saldı. Ve hep birlikte:
“İYİLİK! İYİLİK! İYİLİK!”
diye haykırdılar.


 ""Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın amacını amaç edinen gerçeklik ilmidir İnsanın daha mutlu ve başarılı olması için deneyimlerden yola çıkarak, stratejiler üreten bir öğretidir. 

 "Kim Kimdir" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" ile devam eden programları; insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar. 

 “İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri, en büyük dostu ve düşmanı hiç  değişmedi... Aynada ki kişi...Tek başına neler yapabileceğini keşfet;"

 Yahya Hamurcu

Yorum Gönder

5 Yorumlar

  1. Çocuk olmak, çocuk kalabilmek aslında…Kalbinde iyiliği taşıyan iyi insanlara selam olsun. Kaleminize sağlık

    YanıtlaSil
  2. Harika bir yazı.Dunyayı çocuklar yonetse keske

    YanıtlaSil
  3. Gül öğretmenin çocukları gözlemi ve onlara , yönelttiği doğru sorularla , düşünce boyutlarını geliştirmesi ve doğrudan iyi ve güzele ulaşacaklarını idrak edecek boyuta gelmeleri , ve bunu da bize aktarması … çocukları eğitme de ; çok güzel bir , öğretme yöntemi onlar için öğrenme ve anlamlandırma olmuş . Elinize Sağlık .

    YanıtlaSil
  4. Keşke şu çocuklar kadar masum, sevgi ve iyilik dolu bakabilsek hayata. Umarım kalplerimizin o temizlikte kalabileceği bir yaşam seçmek bizlere nasip olur. Gökyüzünden değil belki ama, bir avuç bir avuç iyilik dağıtabilenlerden olabiliriz 💕🤲🏻

    YanıtlaSil
  5. Asıl iyiliği insan kendine yapar, paylaşarak

    YanıtlaSil