Okulda başarılı bir öğrenciydi, o yüzden iş bulması zor
olmamıştı. En zorlandığı şeyse, insanlarla bağ kurmaktı. Kendisi, güler yüzlü, dışadönük
bir yapıya sahipti. Arkadaş ortamlarında konuşmayı, şakalaşmayı severdi. Oysa
Almanya’da insanlar, oldukça bireysel ve net sınırlara sahipti. Kolay kolay
yakın arkadaşlık kurmuyor, mesafeleri korumaya ehemmiyet veriyorlardı.
Yıllar süren bu tekdüze yaşamdan yorulup, ülkesine geri
dönme kararı almıştı. Tabi ki bu kararı vermek, hiç kolay olmamıştı. O aşamada çektiği
baş ağrılarını düşünmeden edemiyordu.
Zor bir hayattı onunkisi, tek başına, yabancı bir ülke ve
üniversite gibi bir sorumluluk! Kendi kendine yetebilmek için hem anne hem baba
hem eş bazen kardeş bazen de dost olmuştu. Hasta olunca, başını okşamıştı,
çorbasını pişirmişti. Ağlayınca dayanacağı omuz olmuş, gözyaşını silmişti. Sevinince
dost olmuş, kendini sarıp sarmalamıştı. Parasız kaldığı günler, motivasyon
kaynağı yine kendisiydi.
Artılarıyla, eksileriyle 8 yılını geçirmişti. Tek olmak güzeldi,
kimseye hesap verme zorunluluğu yoktu. Türkiye’deki arkadaşları; “Oh! Hayat
sana güzel!” diyorlardı. Bu cümleye tebessüm etse de içi yanıyordu. Ne de
olsa herkes, gördüğü sonucu değerlendiriyordu. Ama o sonuca gelene kadar
oluşturulan sebepler, ödenen bedeller kimsenin dikkatini çekmiyordu. Dili
konuşmak istese de susmakla yetiniyordu. Her işini kendisi halletmek
zorundaydı. Bazen; “Şu odada ölsem, ancak 3 gün sonra kokuşunca beni bulurlar”
diye düşünüp, kaygılanıyordu.
Özellikle son sene, kaliteli ilişkiler geliştirmek için
mesaisini azalttı. Aktivitelere katıldı. Birçok yeni insanla tanıştı. Çabalasa
da istediği gibi bir sonuca varamadı. Bir şey eksik kalıyordu ama bir türlü ne
olduğunu bulamıyordu. Bunu yurda döndüğü gün anladı. Havaalanından taksiyle
dönüp, eşyalarını eve çıkarmaya çalışırken, ilkokul arkadaşıyla karşılaştı.
“Sonunda döndün. Artık gitmeyeceksin değil mi Neslihan? Hoş geldin canım
kardeşim! ” Ayşe’nin çığlıkları mahallede yankılanmıştı. Susmuyordu; “ Neden
haber vermedin? Gelip seni karşılardık? Ev ne alemde kim bilir? Hemen eşyaları
at içeri, bize geçelim. Tazecik çayım var, ekmek almaya çıkmıştım. Allah ne
verdiyse yer, sana geçeriz. Hem sen biraz dinlenirsin. Sonra gider, evi barkı
toparlarız. ”
Düşündüğü ama bir türlü bulamadığı cevabı, iliklerine kadar
hissetti.
Samimiyet!
O an kalbinin, senelerdir donuk kalan kısmının çözüldüğünü
hissetti. Daha fazla gözyaşlarını tutamadı.
Samimiyet…
Bazen sıcak bir çorba, bazen ekmek arası peynir, bazen güler
bir yüz, bazen sadece bir soru…
Herkesin aradığı ama çok az insanın bulma şerefine eriştiği
duygu… Sözlerle davranışların örtüşüyor olması, kalpten çıkanın, tüm bedene
yansıması…
Kimi zaman en yakınında bulamayıp, hiç tanımadığın birinin
tebessümüyle sana dokunması… Samimiyet, insanın içini ısıtır. İletişimleri
ilişkiye döndürür. Samimiyet varsa;
Kadın-erkek aile,
Çocuklar kardeş,
Tanıdıklar arkadaş,
Arkadaşlar sırdaş,
Topluluklar yoldaş olur.
Samimiyet yoksa, insan kalabalıklarda yalnız kalır.
Etrafı yangın yeridir ama o üşür.
Peki insan, bu kadar samimiyete hasretken, neden bunu
başaramaz? Hatta başaramadığının farkında bile olmaz?
Acaba istekler ve beklentiler, samimiyete en büyük
darbeyi vuran, balyoz olabilir mi?
Mutlu bir evlilik hayaliyle çıkılan yolda, âdet yerini
bulsun diye, eş adayından, gücünün yetemeyeceği şeyler istemesi,
Çocuklarını rahat ettirmek uğruna, aynı sofrada yemek yemeye
bile vakit bulamayan eşler,
Anne babalarına yeni çıkan trend şeyleri aldırıp, iki gün
sonra yüzüne bakmayan çocuklar,
Her canı sıkıldığında arayıp içini döken ama seni hiç
dinlemeyen arkadaşlar…
Her şey özlemini çektiğimiz samimiyet için yapılırken, ne
ara bu kadar samimiyetsiz olmuştuk? Sırf bu yüzden, özenle geliştirmeye
çalıştığımız ilişkilerden geriye, hep cam kırıkları kalmadı mı? Samimi bir
ilişki kolay bulunmuyordu. Ama kaybetmek de bir o kadar kolaydı.
Bir istek… Bir söz… Bir umursamazlık… Bir değersizlik… Bir
kahkaha…Bir bakış… Onca emeği çöp etmeye yetiyordu. Ve herkes yeniden
başlayacak kadar cesur değildi…
Neslihan onca düşüncenin arasında, banka oturduğunda
yorulduğunu anladı. Bağ kurmak, samimi olmak, yardım etmek, yardım istemek
insana, insan olduğunu fark ettiriyordu. Termostaki sıcacık kahvesini
yudumlarken; “Kurabiye alır mısınız? Kahveyle iyi gider?” sorusuyla, düşüncelerinden
sıyrıldı. Tebessümle teşekkür edip, kurabiyeden bir ısırık aldı. O tebessüm de
isabetli bir karar vermiş olmanın gururu da vardı.

10 Yorumlar
Birçok gurbetçinin hissedip de dillendiremediği gerçeklerden bahsedilmiş... Teşekkürler... ALLAH yardımcıları olsun
YanıtlaSilGerçekten iliklerimize işleyen çok samimi bir yazı olmuş. Keyifle okudum. Kaleminize sağlık🌻
YanıtlaSilEmeğinize sağlık çok akıcı ve samimi olmuş☺️
YanıtlaSilGüzel bir yazı . Samimiyet üzerine derin anlamlar içeren bir yazı olmuş .Gerçekten de dışardan bakıldığında fark edilmeyen , ancak yakından irdelenince fark edilebilen bir soyuttur samimiyet .
YanıtlaSilKalpten kalbe giden bir yol samimiyet.
YanıtlaSilÇok zor değil aslında. Kendine yapılmasını istediğin şeyi başkasına yapınca arkası çorap söküğü gibi gelir.
YanıtlaSilÇok akıcı , çok samimi olmuş. Zevkle okudum .❤️
YanıtlaSilGüçlü bir ilişki için samimi bağ kurabilmekten geçer.
YanıtlaSilKaleminize sağlık…🌿
YanıtlaSilSamimiyet yoksa insan kalabalıklarda yalnız kalır…
Ne kadar samimi anlatmışsınız insanın samimiyete olan ihtiyacını.. Kaleminize, yüreğinize sağlık🌸
YanıtlaSil