SAMİMİYET

Kış ayında, şaşırtacak kadar sıcak bir gündü. Neslihan, ayağına ağırlıklarını takmış, evine yakın olan parkta, günlük yürüyüşünü yapıyordu. Ülkesine kesin dönüş yaptığına hala inanamıyordu. Sekiz sene önce, Almanya da burslu olarak kazandığı üniversiteyi okumaya gitmişti. Sonrasında çalışma imkanları iyi olduğu için bir süre daha kalmayı tercih etmişti.

Okulda başarılı bir öğrenciydi, o yüzden iş bulması zor olmamıştı. En zorlandığı şeyse, insanlarla bağ kurmaktı. Kendisi, güler yüzlü, dışadönük bir yapıya sahipti. Arkadaş ortamlarında konuşmayı, şakalaşmayı severdi. Oysa Almanya’da insanlar, oldukça bireysel ve net sınırlara sahipti. Kolay kolay yakın arkadaşlık kurmuyor, mesafeleri korumaya ehemmiyet veriyorlardı.  

Yıllar süren bu tekdüze yaşamdan yorulup, ülkesine geri dönme kararı almıştı. Tabi ki bu kararı vermek, hiç kolay olmamıştı. O aşamada çektiği baş ağrılarını düşünmeden edemiyordu.  

Zor bir hayattı onunkisi, tek başına, yabancı bir ülke ve üniversite gibi bir sorumluluk! Kendi kendine yetebilmek için hem anne hem baba hem eş bazen kardeş bazen de dost olmuştu. Hasta olunca, başını okşamıştı, çorbasını pişirmişti. Ağlayınca dayanacağı omuz olmuş, gözyaşını silmişti. Sevinince dost olmuş, kendini sarıp sarmalamıştı. Parasız kaldığı günler, motivasyon kaynağı yine kendisiydi.

Artılarıyla, eksileriyle 8 yılını geçirmişti. Tek olmak güzeldi, kimseye hesap verme zorunluluğu yoktu. Türkiye’deki arkadaşları; “Oh! Hayat sana güzel!” diyorlardı. Bu cümleye tebessüm etse de içi yanıyordu. Ne de olsa herkes, gördüğü sonucu değerlendiriyordu. Ama o sonuca gelene kadar oluşturulan sebepler, ödenen bedeller kimsenin dikkatini çekmiyordu. Dili konuşmak istese de susmakla yetiniyordu. Her işini kendisi halletmek zorundaydı. Bazen; “Şu odada ölsem, ancak 3 gün sonra kokuşunca beni bulurlar” diye düşünüp, kaygılanıyordu.   

Özellikle son sene, kaliteli ilişkiler geliştirmek için mesaisini azalttı. Aktivitelere katıldı. Birçok yeni insanla tanıştı. Çabalasa da istediği gibi bir sonuca varamadı. Bir şey eksik kalıyordu ama bir türlü ne olduğunu bulamıyordu. Bunu yurda döndüğü gün anladı. Havaalanından taksiyle dönüp, eşyalarını eve çıkarmaya çalışırken, ilkokul arkadaşıyla karşılaştı. “Sonunda döndün. Artık gitmeyeceksin değil mi Neslihan? Hoş geldin canım kardeşim! ” Ayşe’nin çığlıkları mahallede yankılanmıştı. Susmuyordu; “ Neden haber vermedin? Gelip seni karşılardık? Ev ne alemde kim bilir? Hemen eşyaları at içeri, bize geçelim. Tazecik çayım var, ekmek almaya çıkmıştım. Allah ne verdiyse yer, sana geçeriz. Hem sen biraz dinlenirsin. Sonra gider, evi barkı toparlarız. ”

Düşündüğü ama bir türlü bulamadığı cevabı, iliklerine kadar hissetti.

Samimiyet!

O an kalbinin, senelerdir donuk kalan kısmının çözüldüğünü hissetti. Daha fazla gözyaşlarını tutamadı.   

Samimiyet…

Bazen sıcak bir çorba, bazen ekmek arası peynir, bazen güler bir yüz, bazen sadece bir soru…

Herkesin aradığı ama çok az insanın bulma şerefine eriştiği duygu… Sözlerle davranışların örtüşüyor olması, kalpten çıkanın, tüm bedene yansıması…

Kimi zaman en yakınında bulamayıp, hiç tanımadığın birinin tebessümüyle sana dokunması… Samimiyet, insanın içini ısıtır. İletişimleri ilişkiye döndürür. Samimiyet varsa;  

Kadın-erkek aile,

Çocuklar kardeş,

Tanıdıklar arkadaş,

Arkadaşlar sırdaş,

Topluluklar yoldaş olur.

Samimiyet yoksa, insan kalabalıklarda yalnız kalır. Etrafı yangın yeridir ama o üşür.

Peki insan, bu kadar samimiyete hasretken, neden bunu başaramaz? Hatta başaramadığının farkında bile olmaz?

Acaba istekler ve beklentiler, samimiyete en büyük darbeyi vuran, balyoz olabilir mi?

Mutlu bir evlilik hayaliyle çıkılan yolda, âdet yerini bulsun diye, eş adayından, gücünün yetemeyeceği şeyler istemesi,  

Çocuklarını rahat ettirmek uğruna, aynı sofrada yemek yemeye bile vakit bulamayan eşler,

Anne babalarına yeni çıkan trend şeyleri aldırıp, iki gün sonra yüzüne bakmayan çocuklar,  

Her canı sıkıldığında arayıp içini döken ama seni hiç dinlemeyen arkadaşlar…

Her şey özlemini çektiğimiz samimiyet için yapılırken, ne ara bu kadar samimiyetsiz olmuştuk? Sırf bu yüzden, özenle geliştirmeye çalıştığımız ilişkilerden geriye, hep cam kırıkları kalmadı mı? Samimi bir ilişki kolay bulunmuyordu. Ama kaybetmek de bir o kadar kolaydı.  

Bir istek… Bir söz… Bir umursamazlık… Bir değersizlik… Bir kahkaha…Bir bakış… Onca emeği çöp etmeye yetiyordu. Ve herkes yeniden başlayacak kadar cesur değildi…

Neslihan onca düşüncenin arasında, banka oturduğunda yorulduğunu anladı. Bağ kurmak, samimi olmak, yardım etmek, yardım istemek insana, insan olduğunu fark ettiriyordu. Termostaki sıcacık kahvesini yudumlarken; “Kurabiye alır mısınız? Kahveyle iyi gider?” sorusuyla, düşüncelerinden sıyrıldı. Tebessümle teşekkür edip, kurabiyeden bir ısırık aldı. O tebessüm de isabetli bir karar vermiş olmanın gururu da vardı.    

 

Yorum Gönder

10 Yorumlar

  1. Birçok gurbetçinin hissedip de dillendiremediği gerçeklerden bahsedilmiş... Teşekkürler... ALLAH yardımcıları olsun

    YanıtlaSil
  2. Gerçekten iliklerimize işleyen çok samimi bir yazı olmuş. Keyifle okudum. Kaleminize sağlık🌻

    YanıtlaSil
  3. Emeğinize sağlık çok akıcı ve samimi olmuş☺️

    YanıtlaSil
  4. Güzel bir yazı . Samimiyet üzerine derin anlamlar içeren bir yazı olmuş .Gerçekten de dışardan bakıldığında fark edilmeyen , ancak yakından irdelenince fark edilebilen bir soyuttur samimiyet .

    YanıtlaSil
  5. Kalpten kalbe giden bir yol samimiyet.

    YanıtlaSil
  6. Çok zor değil aslında. Kendine yapılmasını istediğin şeyi başkasına yapınca arkası çorap söküğü gibi gelir.

    YanıtlaSil
  7. Çok akıcı , çok samimi olmuş. Zevkle okudum .❤️

    YanıtlaSil
  8. Güçlü bir ilişki için samimi bağ kurabilmekten geçer.

    YanıtlaSil
  9. Kaleminize sağlık…🌿

    Samimiyet yoksa insan kalabalıklarda yalnız kalır…

    YanıtlaSil
  10. Ne kadar samimi anlatmışsınız insanın samimiyete olan ihtiyacını.. Kaleminize, yüreğinize sağlık🌸

    YanıtlaSil