-Okula gitmek istemiyorum!
-Çocuğum okula gitmiyorum ne demek?
-Gitmiyorum işte bana ne. Gitmiyorum.
Gitmek istemiyorum
-Bu senin ‘istemiyorum’ diyerek karar
verebileceğin bir şey değil.
-Okul çok sıkıcı. Hiç zevkli değil.
-İşin de sıkıcı yanları var ama ben işe
gidiyorum.
-Bana ne bana ne!
-Oğlum niye böyle yapıyorsun?
-Bana ne işte. Gitmeyeceğim!
-Tamam ama okula gitmezsen evde kalıp keyif
yapmak ta yok.
Oğluyla arasındaki rutin diyaloglardan
biri olmuştu. İlk başlarda sevimli bir huysuzluk olarak başlamıştı bu “Bu gün okula gitmek
istemiyorum” lar. Serkan da önceleri sabır ve gayretle cevap veriyordu. Bir
müddet sonra bu gayret yerini ciddi bir
can sıkıntısına bıraktı. Şimdilerdeyse; bir görev bilinciyle, umursamazlık
içinde cevap veriyordu. Çünkü artık kendini çok yorulmuş hissediyordu. Her
hafta bir iki kez tekrarlanıyordu bu can sıkıcı sahne.
Çınar, okulda zorlandığı bir şeyler olunca,
eve kaçmayı tercih ediyordu. Evde hiç bir sorumluluğu olmadığı gibi acayip bir
keyif vardı. Bakıcısı sabahları krepli kahvaltı hazırlıyor, öğlen için çok
sevdiği mantıdan pişiriyor, kakaolu keki masasından eksik etmiyordu. Bütün gün
telefonda oyun oynuyor, dev ekran tekevizyonda, video platformlarını izliyordu.
Hem de sınırsız bir şekilde.
Ama okul öyle miydi? Keyifli şeylerin
yanında, keyif almadığı, ona sıkıcı gelen şeyler de vardı.
Matematik ve programlama derslerini seviyordu mesela. Ama okuma ve yazma gerektiren dersleri sevmiyordu…
Okulun yüzme takımındaydı, ne kadar
yorucu olsa da yüzme sonrası kendini iyi hissediyordu.
Ama yüzme günü havluydu, terlikti bir
sürü ilave eşya getirip, götürmek onu yoruyordu…
Tenefüslerde oynadıkları kovalamacada
çok eğleniyordu. Ama tenefüse 45 dakikada bir 15 dakika çıkabiliyordu…
Yemek saatlerinde sınıf arkadaşları ile
şakalaşmaktan, belgesellerde izlediği şeyleri onlara anlatmaktan keyif
alıyordu. Ama öğlen yemeğinde çıkan pırasayı, kabağı yemek zorundaydı…
Belki evde kaldığında yerine getirmesi gereken, yaşına uygun belli sorumlulukları olsa.. Televizyon&internet&oyun bu şekilde sınırsız olmasa, belli sınırları olsa.. Okula gitmekle evde kalmak arasında bu kadar büyük bir fark olmayacaktı. Çınar bu şekilde okula gitmemeyi tercih etmeyecekti..
Çocuklar bizim kıymetlilerimiz. Tabii ki
mutlu olmaları, hayattan keyif almaları önemli. Ancak bir anne-babanın;
çocuğunu gerçek hayata, hayatın gerçeklerine uygun yetiştirmesi gerekir.
Çünkü gerçek hayat ta böyledir. Keyif ve
fayda veren bir şeyin yanında mutlaka bir de emek sarfetmemiz gereken,
sabretmemiz gereken süreçler olur.
İnsan bir şeyler üretirken, her zaman o
sürecin bir takım yan süreçleri olur. Bizim angarya olarak gördüğümüz,
tamamlayan parçalardır bunlar..
İnsan ister bir yerde bir eleman olsun,
ister bir yönetici olsun.. İster bir esnaf olsun, ister bir holding patronu.. İster
bir aktör, ister bir senarist.. Her işin; şarkıcılığın, futbolculuğun, komedyenliğin..
Youtuberlığın bile gerektirdiği bir disiplini, bir zorluğu vardır.
Her iş, bizim angarya zannettiğimiz
zorluklarla faydalı hale gelir. O zorluklara katlanmak bizi adam eder.
Çaktırmadan bizi güçlendirir.
Şeytan ayrıntıda gizlidir, mesela. Bir işin
detayına hakim olmayan, o işte kalıcı olamaz. İşte bizim zorluk olarak
gördüğümüz şeyler, o konuyla ilgili hakimiyetimizi arttırır.
Bizim zorluk zannetiğimiz şeyler, aslında farkında
olmasak ta, bize keyif veren kısımlardır. Bunlar bizi doyumsuzluktan alıkoyan
şeylerdir. Geriye dönüp baktığımızda, keyifle anlattığımız güzel anılarımız,
hep o kıtlık dönemlerimizdeki, hayatta zorlandığımız süreçlere ait anılardır.
Bir sürecin; hazırlığı ile, ufak tefek
zorlukları ile, uğraşmak istememek, nazını çekmek istememek, o işle ilgili
sadece “sonucu” istemek demek, rafine hayat yaşamak anlamına gelir.
Deneyimsel Öğreti der ki “Rafine hayat insanı, özgürlüğünü kaybettiği süreçlere götürür...”
""Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın amacını amaç edinen gerçeklik ilmidir. İnsanın daha mutlu ve başarılı olması için deneyimlerden yola çıkarak, stratejiler üreten bir öğretidir.
“İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri, en büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi... Aynada ki kişi...Tek başına neler yapabileceğini keşfet; Yahya Hamurcu“


11 Yorumlar
Sadece sonuç odaklı olmak bizi marifetsizleştirir, bir süre sonra bunu normalimiz zannederiz. Rafineri tüketimden uzak bir hayat yaşarız inşallah🙏
YanıtlaSilRafine hayat ne güzel bir ifade. Her kolaylaştırmalarımız özgürlüğümüzü kısıtlıyor
YanıtlaSilKavunun kenarları daha tatsızdır, ortaya yaklaştıkça şeker ve aroması artar. Bir bütündür, tatlı ve tatsız yeriyle. Ve tatlı kısmı daha içeride daha ulaşılması zor ama ulaşınca da bir o kadar keyifli. Tıpkı hayat gibi 🥰
YanıtlaSilNe çok '' rafine '' var hayatımızda ve nasıl normalleşmiş... Ellerinize sağlık 🌸
YanıtlaSilBaşarılı insanların ortak özelliklerinden biri de ; işin sevilmeyen taraflarını yapan insan olmaları.Rafine hayat,akılda kalıcı oldu,kaleminize sağlık.
YanıtlaSilKaleminize sağlık 🌷 çok güzel bir yazı
YanıtlaSilzordan herkes kaçar. Mesele paketin içindeki her şeyi kabul etmek. Kaleminize sağlık
YanıtlaSil“Keyif ve fayda veren bir şeyin yanında mutlaka bir de emek sarfetmemiz gereken, sabretmemiz gereken süreçler olur.” Sadece keyif kısmını alır, emek gereken kısmı almazsak “rafine” hayatlarımız olur
YanıtlaSilRafine bir yaşam, bağımlılıklara kadar götürür. Teşekkür ederim, fayda gördüğüm bir yazdı oldu. Ellerinize sağlık
YanıtlaSilBizden sıkan bir emek , bedel olmayınca doyma kabiliyetimizi de kaybediyoruz. Hiçbir şey güzel veya tatlı gelmiyor. Anadolu'da bir söz vardır ""Çorbada tuzun olsun yemeğe yüzün olsun" diye... İşte rafine hayatta içinde bizden bir şeyin olmaması. Bu da bizi doyuma ulaştırmıyor. Kaleminize sağlık
YanıtlaSilBirçok anne babanın bugünkü durumlarını anlatan bir yazı olmuş. Çocuklarımızı biz görmedik onlar görsün, biz yemedik onlar yesin diye diye bozup rafine hale getiriyoruz malesef. Sonrada kime çekti diyoruz.
YanıtlaSil.. güzel bir anlatım olmuş emeğinize sağlık