Sabahın
ilk saatlerinde başlayan derslerin üçüncü teneffüsünde bir kahve molası çok iyi
geliyordu Gül öğretmene. Hava soğuk da olsa öğretmenler odasının balkonuna
çıkar kahvesini yudumlarken bahçede oynayan çocukları şöyle bir seyrederdi.
Dalgalı siyah saçları yeşil gözleri vardı. Yüzünden tebessümü eksik olmazdı. O parlak yeşil gözleri artık eskisi gibi iyi
görmüyordu. Son birkaç yıldır kullandığı yakın gözlüğünü artık yanından
ayıramıyordu. Telefonuna gelen mesajı okuyabilmek, kendisine o an uzatılan
yazıyı kontrol etmek nerdeyse imkansızdı gözlüksüz. Yaşlanıyorsun Gül Hanım
diyordu kendi kendine. Artık yavaş yavaş vedalaşmaya hazırlanmalısın bu çok
sevdiğin mesleğinle. Zaman ne hızlı geçmişti. Dile kolay geliyordu söylemesi 30
yılı. Bir çırpıda çıkıveriyordu ağızdan. Ama azımsanmayacak bir süreydi.
Mesleğe ilk başladığı yıllarda doğan bir çocuk şimdilerde kendi mesleğini
yapmaya başlayan bir yetişkin olmuştu.
Mesleği için hep ‘İyi ki seçmişim. ‘Derdi. Zaman zaman çok yorulduğunu hisseder ama ara tatiller ile yeniden enerjisini toplayıp okuluna dönerdi. Mesleğine olan sevgisi hiç azalmamıştı.
‘Yeniden
seçim yapsam yeniden sınıf öğretmeni olurum ‘derdi. İlkokul sıralarında
vermişti kararını öğretmen olmaya. Ve özellikle de sınıf öğretmeni. Kendi
öğretmeni sebep olmuştu bu seçiminde. Çocukluğunda hayranlıkla izlediği o
öğretmenin zaman zaman davranışlarını da sergilerken bulurdu kendini. O an bir
gülümser, o kıymetli insanı özlemle anardı.
Bugün de her günkü gibi o teneffüs zili çalmıştı. Kahvesini yapmış balkondan bahçede oyun oynayan çocukları izliyordu. Yılın bu mevsimini, baharı bir başka seviyordu. Doğa gibi çocuklar da sanki kış mevsiminden uyanmış gibiydiler. Cıvıl cıvıl sesleriyle bahçede bir kuş misali bir oraya bir buraya koşturuyorlardı. Mutlulukları yüzlerinden okunuyordu. Güneş içlerini ısıtmış, mavi gökyüzü gülümsemelerini arttırmıştı. Seslerinde bir başka coşku vardı sanki bugün.
Gül
Öğretmen birden bahçenin bir köşesinde dizlerinin üzerine çökmüş kucağında
beslenme kutusu olan iki çocuk gördü.
Annesinin ona koyduğu ekmek arasını minik elleriyle bölmeye çalışıyor ve
yanındaki arkadaşına ikram ediyordu. Bir de şişedeki ayranı önce kendisi sonra arkadaşı
yudumluyordu. Kendisine yetebilecek kadar konulmuş olan bu yemeğini böylesine
paylaşan böylesine merhametli bu
küçük çocuk kimdi? Tam onları dikkatlice izlerken yanına Güneş öğretmen geldi.
-Hocam,
nedir bu kadar sizin dikkatinizi çeken? Selam verdim duymadınız.
Gül
öğretmen köşedeki çocukları göstererek anlattı olan biteni.
Güneş
Öğretmen de gülümseyerek
-Onlar
benim iki kafadar. Birbirlerini pek sever, kollarlar. Abdullah Suriye’den
gelmiş göçmen bir aileden. Mustafa da babasını doğmadan kaybetmiş bir yetim çocuk.
İkisi de yaralı birer kuş. Birbirlerine çok iyi geliyorlar ki hep yan yanalar.
Her
ikisi de birbirine bakıp dolu gözlerle sessiz kalmayı tercih ettiler. Ama
kafalarında birbirine benzer sorular, düşünceler geçiyordu. Bir çocuk hayattan
ne beklerdi ki? İstedikleri sadece temel ihtiyaçlarının karşılanmasıydı. En
fazla istekleri oyuncak ve oyun oluyordu.
Anne
babaların yanında kendilerini güvende hissediyorlardı. Yetişkinlerden ne kadar
farklıydılar.
İnsan büyüdükçe mi o kadar aç gözlü oluyordu? İstekleri farklılaşıyor. Hep daha fazlasını istiyordu.
Tüm
bu anlaşmazlıkların, kavgaların sebebi de ihtiyaçlarından fazlasını istemekti.
Neden daha fazlasına sahip olmak istiyordu ki insanoğlu? Yetmiyor muydu kendi
kazandıkları ile yaşamak? Bir başkasının yaşadığı topraklara, inançlarına neden
bu kadar zalimce saldırıyordu ki? Gündem Gazze idi tüm Dünyada.
7 Ekim’den bu yana 2 yıl geçmişti ve hala her
gün sayısız çocuklar, kadınlar, erkekler bombaların altında can veriyordu.
Çocuk
çocuktu. Hangi ırktan hangi ülkeden olursa olsun. Onların inançları milletleri
sorgulanamazdı. Ve hiç kimse hak etmiyordu bu şekilde can vermeyi. Özellikle de
çocuklar. Ne yapmış olabilirlerdi ki çocuklar, bu insanların bu kadar öfkesini
hak edecek?
Nereye
varacaktı insanın bu istekleri? Elde etmek istedikleri değer miydi bu kadar
zalimleşmeye? Değer miydi, anne babasız bırakmaya bir çocuğu?
Gülmek yakışırdı her çocuğa. Oysaki şimdilerde
anne babasının kanı yüzüne bulaşan çocuklar, kardeşinin sırtını okşayıp teselli
ediyordu. Gazze'deki çocuklar zalimin karşısında bu davranışları ile birbirine
merhamet gösteriyorlardı. Orda da güçlü ve zayıf vardı. Ama güçlü olan da
yapabileceklerinin aksini yapıyordu ki asıl merhametin ne olduğu anlaşılsın.
Onlardan alınacak ne büyük bir dersti.
Zalimin
karşısında zulme boyun eğmemek. İnandıkları uğruna tebessüm ederek karşı
durabilmek. İçlerindeki huzur, şükür her şeye rağmen gülümsemeleri ile belli
oluyordu.
Çocukların
haklarının korunması gerektiğini düşünen dünya ülkeleri şimdi ise çok
sessizlerdi bu çocukların yaşadıkları karşısında. Nasıl bir vicdan bu olaya
sessiz kalabiliyordu?
Tüm bunları düşünürken gözlerinden süzülen
yaşları durduramıyordu Gül öğretmen. Birden yanına gelip arkadaşını kendisine şikâyet
eden öğrencisinin elinden tuttu ve onunla sınıfına doğru gitti. Koridorda
giderken arkadaşının kendisi ile oyun oynamak istemediğini şikâyet eden
öğrencisini de dinliyordu bir yandan. En büyük üzüntüsü bu olmalıydı halbuki
bir çocuğun diye düşünerek sınıfa girdi.
Birden çocuklara sordu.
- Çocuklar dünya sizin için ne demek?
- Yaşamdır, sudur, nefes almak vermektir.
-
Peki sizce insanlar dünyada neden vardır?
-Yaşamak için vardır. Oyun oynamak için
vardır.
-
Peki siz olsaydınız dünyayı nelerden uzak tutmak isterdiniz?
-
Kötülükten, savaştan, ölümden…
Evet ne kadar haklıydı çocuklar. Kötülük,
savaş ve ölüm. Üçü de birbiri ile ilişkili idi. Ve çocuklar bu kavramları
bilmemeliydi henüz.
Bunu bu kadar az bir yaşanmışlığı olmasına
rağmen bu küçük çocuklar söyleyebiliyordu da Dünyadaki tüm insanlar nasıl
susuyordu.
Derken öğrencilerinden sıraya girmesini
isteyen Gül öğretmen onları töreni izlemeleri için bahçeye çıkardı. Bugün 23 Nisan’dı
ve tüm çocuklar koşup, oynayıp zıplayacaktı. Şarkılar çalacak onlar ellerindeki
balonlarla eşlik edeceklerdi. Hepsi de en güzel kıyafetlerini giymiş özenle
hazırlanmıştı.
İçlerinden
bir öğrenci elinde bir resim ile yaklaştı öğretmeninin yanına. Elindeki bayrağı
taşırken birbirine gülümseyen iki çocuk çizmişti. Çocuklardan birinin elinde al
renkli ay yıldızlı bayrak diğerinde yeşilin ümit taşıdığı ama siyah rengiyle
üzüntülerin timsali kana bulanmış allı beyazlı bayrak. Ama ikisi de el ele.
Azra dedi ki:
-Öğretmenim. Bugün bayram. Tüm Dünya çocuklarına armağan edilen bir bayram. İstedim ki bu resmi bir balona bağlayıp Gazze'de bir çocuk için gökyüzüne salayım. Tıpkı havada uçuşan bu balonlar gibi merhamette havada yayılsa ve tüm insanlar iyi olsa. Ve hiçbir çocuk ölmese.
Ne
güzel bir istekti Azra’nın ki. Çok zor da değildi iyi olmak. İnsan doğru
davranışı sergileyince iyi olabiliyor ve güzele ulaşıyordu.
Tüm
sınıf Azra’nın bu isteğini içlerinden geçirdikleri iyi dileklerle balonların
içine üfleyerek gökyüzüne saldılar. Ve hep birlikte İYİLİK İYİLİK İYİLİK çığlıkları attılar.
""Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın amacını amaç edinen gerçeklik ilmidir. İnsanın daha mutlu ve başarılı olması için deneyimlerden yola çıkarak, stratejiler üreten bir öğretidir.
“İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri, en büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi... Aynada ki kişi...Tek başına neler yapabileceğini keşfet; Yahya Hamurcu“
28 Yorumlar
Elinize sağlık 🌷
YanıtlaSilÇocuklar o kadar masumlar ki… onlardan öğrenecek çok şeyi var bu insanoğlunun…
YanıtlaSilTüm dünya çocukları için barışın gelmesini diliyorum🤲🏻
YanıtlaSilHarika bir yazı emeğinize sağlık hepimizin duygularinizi kaleme almışsınız yüreğinize saglik
YanıtlaSilMasumiyetin temsili çocuklar… Çocukların ölmesi savaş değil ancak zulümdür.
YanıtlaSilElinize sağlık 🌟
YanıtlaSilÇocuğa gülmek yakışır🙏🏼 Ne güzel yazmışsınız👍🌺
YanıtlaSilDünyada çocuk çocukluğunu yaşardı diye düşünmek isterdim ama Gazze'de çocuklar çocukluğunu yaşayamadan katlediliyorlar ve hatta büyükler gibi saçlarına ak düşmüş gördükleri zulüm karşısında ...
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı olmuş emeğinize sağlık
Merhamette bu balonla havada yayılsa, tüm dünya iyi olsa...ne güzel bir dilek. İnşALLAH
YanıtlaSilMerhamet bir duayla başlasın, bin duaya milyon duayla yayilsin insanlığa 🤲
YanıtlaSilKaleminize sağlık çok güzel bir yazı olmuş🌸
YanıtlaSilYüreğine sağlık bu hayattan tek istediğim ÇOCUKLAR ÖLMESİN…
YanıtlaSilBu dünya hepimize yeterdi aslında. Bazılarımız hakkına razı olmadı.
YanıtlaSilToplamda; mutlaka iyilik ve iyiler mutlaka kazanır...
YanıtlaSilGazze/ Filistin/ 7 Ekim…
YanıtlaSilHiç unutmayacağız… Düğüm düğüm yutkunamadığımız acımız… söylenecek çok şey varken, derin bir nefes alıp sadece haykırarak ağlayası geliyor insan olanın…
Herşeyi görüp işiten RAB bimiz var… Kesinlikle ALLAH’ın vaadi gerçekleşecektir…
Kaleminize sağlık, farkındalık oluşturacak güzel bir yazı. 🤲🏻
YanıtlaSil7 Ekim sonrası ve 23 Nisan da çok anlamlı bir yazı olmuş...Kaleminize sağlık
YanıtlaSilÇocukken annemizin verdiği ekmeği bölüşerek yiyen bizler ne zaman bu hale geldik?
YanıtlaSilÇocukların çocukluklarını doyasıya yaşayacağı savaşların olmayacağı bir dünya diliyorum.
YanıtlaSilÇocuğun ırkı olmaz… çocuklar hep gülmeli, bizler onlara barış içinde güneşli günlerde yaşayacak zemin hazırlamalıyız…
YanıtlaSilDünya kurulduğundan bu yana savaşlarda erkekler savaştı. Çocukların öldürülmesi savaş değildir.
YanıtlaSilÇocuklar hep gülsün…
YanıtlaSilGazzenin yaşadığı bu soykırıma duyarsız olanlar şunu düşünmeli; aynısı bizimde başımıza gelebilir…
YanıtlaSil''Peki siz olsaydınız dünyayı nelerden uzak tutmak isterdiniz?'' En iyi cevabı çocuktan alacağımız bir soru. Peki biz olsak ne derdik. iyilik paylaştıkça artar. emeğinize sağlık
YanıtlaSilNe kadar hassas bir konuya değindiniz… kaleminize sağlık…
YanıtlaSilKaleminize sağlık 🌸
YanıtlaSilBir çocuğun en büyük üzüntüsü ne olmalının cevabı ne güzel anlatılmış...Teşekkürler
YanıtlaSilHani nerde o "Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsin.." denilen zamanlar..
YanıtlaSil