Füsun, bütün bir kışın yorgunluğunu, eşiyle çıkacakları tatilde dinlenerek atmayı planlıyordu. Yaz sıcaklarında serinlemek için deniz, dinlenmek için de yeşili bol olan bir yer seçmişlerdi. Kuş cıvıltıları, dalga sesleri ile uyanmanın ruhlarına iyi geleceğini düşünmüşlerdi. Böylelikle bedenleri için ihtiyaç duydukları enerjiyi, yeniden toparlayabileceklerdi.
Bu
bir haftalık tatilde yapmak istediği çok şey vardı. Kitap okumak, yüzmek,
çevreyi gezmek, yeni insanlarla tanışmak, o yerinin kültürünü tanımak...
Bunları düşünmek bile oldukça heyecan veriyordu. Hepsini bir haftaya sığdırma
fikri kendisini kaygılandırıyordu.
Neticede
hayatta boşluk yoktu, her şey zıddıyla vardı. Eğer hayatlarına faydalı şeyleri
almazlarsa, onun yerini dolduracak, zararda bir şeyler olacaktı. O nedenle
vakitlerini hem güzel hem de faydalı değerlendirmek istiyorlardı.
Kalacakları
yere geldiklerinde hızlıca eşyalarını yerleştirdiler. Odanın penceresini açarak
mis gibi kokan doğanın tadını çıkarmaya başladılar. Ertesi sabah erkenden
sahile inip, denizin mis gibi iyot kokusunu aldıklarında, içlerini bambaşka bir
huzur kapladı. Sahilde yürürken, kumda çıkan ayak izleri, Füsun’u çok mutlu
etti. Bir yandan da deniz kabuklarını toplamaya başladı. Bir süre sonra seyyar
sandalyelerini açıp, ayaklarına vuran deniz dalgalarıyla, etrafı seyre
koyuldular.
Uçsuz
bucaksız deniz, ağaçların muhteşem düzeni ve aralıklı evleri tek tek incelemeye
başladılar. Birden kendi kaldıkları yerin balkonuna gözü takıldı. Tam dört tane
kırlangıç yuvası vardı. Heyecanla eşine gösterdi. Hiçbir balkonda değil de kendi
balkonlarında olması, tesadüf olamazdı. Eşine dönüp; “Bu bizim için neyin işareti
olabilir?” diye sordu.
Kırlangıçlar
yuva yapacakları yerleri özenle seçerlerdi. Erkek eş yuvaya çalı, çırpı taşır, dişi
parçaları birbirine tutturup, ağzı dar olan sığabilecekleri genişlikte bir yuva
yapardı. Bu yuvaya her yıl yeniden göç eder, kaldıkları yerden devam ederlerdi.
Bir kırlangıç, bozulmadıkça yuvasını terk etmezdi. Etrafı temiz tutar
böceklerin geçişine izin vermeyerek hem kendilerine hem de çevrelerine fayda
sağlarlardı.
Bir
an insanların da yaşarken böyle olması gerekmez mi diye düşündü. Yuvalarına
olan sadakatleri, çevrelerine olan fayda verme hassasiyeti onları bereketlendiriyordu.
Zamanını doğru yönetmek çok kıymetliydi.
Tıpkı
kuşlar gibi... Sabahın ilk saatlerinde kalkar, cıvıltılı seslerle uçarlardı.
Etrafı kolaçan edip günlük rızıklarının derdine düşerlerdi. Kış gelince kuzeye,
yaz gelince güneye göç eder, mevsime göre yaşam alanı tercih ederlerdi.
Hayatlarında vazgeçemedikleri bir şey yoktu.
İnsanın
da sınırlı bir ömrü vardı. Üstelik bu ömrü nasıl değerlendireceği, seçim
özgürlüğüyle kendisine bırakılmıştı. “Vakit öldürüyorum!” demek ne kadar da
kolaydı. Ama o vaktin geri dönmeyeceğini düşününce, insan ne kadar da ağır bir
söylemde bulunduğunu anlıyordu. Az önce geçen bir dakika mı daha uzaktı, yoksa
gelecek olan 5 yıl mı? Bunu Yaratıcıdan başka kim bilebilirdi?
Eşinin;
“Füsuncum burada mısın? Nerelere daldın? Kahve içelim mi?” sorusuyla bir anda
düşüncelerinden uzaklaştı.
“İçelim.
Şu kırlangıç yuvası beni nerelere götürdü bir bilsen! İçelim ve hemen kalkalım.
Beş gün, on dört saatimiz kaldı. Vaktimizi güzel değerlendirmeliyiz. En azından
burada zamanı öldürmek gibi bir niyetim yok! ” diyerek gülümsedi. Eşi termostan
kahve servisi yapıyordu. Füsun, irdelediklerini unutmamak için cebinden
çıkardığı not defterine, yazmaya başladı.
-Vakit kıymetlidir.
-Fayda veren, fayda görür,
bereketlenir.
-Vazgeçemediğin her şey sana yük
olur.
-Kırlangıç yuvası…


4 Yorumlar
Vaz gecemedigin her şey sana yük olur
YanıtlaSilÇok güzel elinize kaleminize sağlık
Fayda veren bereketlenir.
İnsan hayatın içinde o kadar düşünmeden yaşıyor ki bazen.. Ne neden karşımıza çıkar bilmiyoruz ve düşünemiyoruz. Oysa düşünmek ne kadar kıymetli..
YanıtlaSilİnsan irdelemeye çabaladiginda bir kış yuvası bizlere neler anlatıyor neler....
YanıtlaSilZaman üretimle yaşar...
YanıtlaSil