Emeklilik sonrası bu köy hayatı ne kadar iyi gelmişti Emre Hoca’ya. Tüm meslek yıllarında karşılandığı ortamlarda insanlar, mesleğini bilsin bilmesin, ona hep böyle hitap ederdi. Hatta rahmetli babası bile göreve başladıktan sonra ismini çok az söyler olmuştu. Şimdilerde bu köyde de öyle devam ediyordu. Yoğun bir çalışma hayatı, şehir koşturmacası sonrasında sanki yeniden doğmuş gibiydi bu köyde. Birilerine 55 yaşından sonra yeniden doğduğunu, gençleştiğini söylese kimse ona inanmazdı.
Öğretmenlikte geçen yıllarda, insan
yetiştirmenin verdiği mutluluğun yanı sıra büyük şehirde yaşamak oldukça zordu.
Öğrencilerini 3 erkek evladından ayırt etmeden, her birinin hayata hazırlanıp
yetiştirilmesi konusunda oldukça özverili davranmıştı. Genç yaşta okul
idaresinde görev almış, hem öğrencilerine hem de öğretmenlerin yaşamına bir
şekilde dokunmuştu.
Çocukluğundan beri şehirde büyümüş olmasına
rağmen hep bir doğaya, toprağa, doğal yaşama özlemi vardı. Toprağı ekip biçmek,
ürün almak ne kadar da güzeldi. Meslek hayatı boyunca da odasında renk renk
çiçeklerle penceresinin önünü süslemişti. Ara sıra okul bahçesinde de küçük bir
alanı ekip biçer, domates salatalığını topladığında herkese ikram ederdi. Aynı
zamanda okulda büyük bir akvaryum oluşturmuş, oradaki balıkları ve odasında
beslediği muhabbet kuşları ile de hayvanlara olan sevgisini gösterirdi.
“İnsan doğanın özü” derdi ve doğadan kopmamak
için elinden geleni yapardı.
“İnsanın özü topraktır. Eninde sonunda toprağa
döneceğiz. O zaman şimdiden uyumlanalım.” deyip beslediği çiçekler ve
hayvanlarla, doğadaki her şeyin birbiriyle uyumlu olduğunu ve insanın doğaya,
hayvanlara, tüm canlıların birbirine ihtiyacı olduğunu hep dile getirirdi.
Doğaya baktığımızda neler neler görüyorduk.
Oysa bir bitkinin yetişmesi ile insanın yetişmesi; bir koyunun, kuşun yavrusunu
yetiştirirken gösterdiği çaba insanınki ile hep aynıydı.
Ya da bir karıncanın kış hazırlıkları… Tıpkı
insanın yaz sebzeleriyle kışa hazırlanması gibiydi. İnsan doğadan uzaklaştıkça,
asıl kendine yabancılaşmaya başlıyordu.
Emre Hoca artık anne ve babanın ebeveynlik
sürecindeki çocukları ile olan ilişkilerindeki işaretleri, şimdi beslediği
hayvanlarda çok daha net görüyordu. Oysa ki yıllarca daha iyi anne baba
olabilmenin yollarını arayıp bulmaya çalışmıştı.
Yavrulayan bir koyunun, kuzusunu beslerken
onun ihtiyacını görmesi; karnını doyurduğundan emin olduktan bir süre sonra
ayaklanıp yavrusundan uzaklaşıp tekrar sürüsünün arasına katılmasında,
karşısındaki insanın ihtiyacını anlayarak yeteri kadar yardımcı olması
gerektiğini görüyordu. Bir annenin, çocuğunun karnını doyurması için peşinden
gezmesini ve ısrarcı davranmasının o çocuğa hiçbir fayda sağlamayacağını çok
daha net anlayabiliyordu. Artık torunları için bunları gelinlerine tavsiye
edebiliyor, örnek gösterebiliyordu.
Liderlik görevini ise sürünün köpeği
üstleniyordu. Önden gitmesine rağmen arada duruyor, geride kalanları
gözlemliyor ve yetişemeyenlerin yanına gidip onların yetişmesi için havlıyor;
sürüden ayrılmalarına izin vermiyordu.
Tıpkı bir babanın aile içinde üstlendiği görev
gibi… Ailedeki her bir bireyi tek tek gözlemliyor ama çok samimi olmadan, her
durumda kararlarını yön veren, danışılan bir otorite olarak hayatlarında yer
alıyordu.
Karıncalarda çalışkanlık, arılarda görev
paylaşımı… Daha nice işaretler vardı doğada. Her bir hayvan insanlığa örnek
olabiliyordu.
Aile içerisinde ev işlerinde görev paylaşımı
ne kadar önemliydi. Çoğu zaman anneler şikâyet ederler, tüm sorumlulukların ve
ev işlerinin kendilerine kaldığından dolayı eşlerine ve çocuklarına serzenişte
bulunurlardı. Oysa bir kovan içerisindeki arılar arasındaki görev paylaşımı
tıpkı bir aile yönetimine benziyordu. Tıpkı bir kraliçe arı gibi, evin yönetimi
anneden sorulur; ona destek olan diğer üyeler baba ve çocuk… Herkes üzerine
düşen görevi yerine getirdiğinde ortaya bir ürün çıkardı.
Herkes petek içinde kendisine ayrılan bölümden
sorumludur. Odasını toplamaktan sorumlu olan çocuk, akşam yemeği hazırlamakta
malzemeleri almaktan sorumlu baba, sofranın hazırlanmasındaki kız evlat, ekmek
almaya giden erkek çocuğu gibi… Tam bir işleyiş, tam bir görev dağılımı söz
konusudur. Böylelikle ortaya çıkan güzel bir akşam yemeği, tıpkı her bir arının
kendi sorumlu olduğu sınırlı alanlarda topladığı balları biriktirmesiyle bal
peteğinin ortaya çıkması gibidir.
İnsan sadece doğaya, hayvanların yaşamına
baktığında bile bu kadar çıkarım yapabiliyordu. Doğanın verdiği tüm işaretlere
bakınca insan, hayatın gerçeği ile ilgili nice bilgiler bulabiliyordu.
Kuşundan koyununa, toprağından arısına
doğadaki tüm canlılar ne kadar kıymetliydi. Bunu bilerek bir insanın hayvanları
koruması, doğayı koruması en büyük sorumluluklarından biri olmalıydı.
Emre Bey, yıllar sonra aldığı bu kararla
tekrar memnuniyetini ifade ederek:
“İyi ki doğada, iyi ki bu düzende yaşıyorum.”
diye her sabah şükrünü dile getiriyordu.
""Deneyimsel Tasarım Öğretisi" insanın amacını amaç edinen gerçeklik ilmidir. İnsanın daha mutlu ve başarılı olması için deneyimlerden yola çıkarak, stratejiler üreten bir öğretidir.
“İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri, en büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi... Aynada ki kişi...Tek başına neler yapabileceğini keşfet;"
Yahya Hamurcu


2 Yorumlar
Doğa bize ne kadar da faydalı ve keyifli bir yön gösterici...
YanıtlaSilMadem ki topraktan geldik, madem ki toprağa döneceğiz, arada geçen zamanın da toprağa ve onun verdiklerine uyumlu geçirilmesi gerekmez mi!
YanıtlaSil