Bir yandan yürüyor bir yandan
düşünüyordu. Hem yeni dükkanının kurulumu hem müşterilerin siparişleri... Birde
vitrine koyması gereken yeni modeller vardı. Yapacağı işler birikmişti. Akşama
yetişmesi gereken 4 abiye vardı. Üstelik Eminönü’ne gidip kumaş alması
gerekiyordu. Ancak siparişleri yetiştireceğini düşünerek, alışverişi bir
sonraki güne bıraktı.
Bu düşüncelerle yürürken dükkâna
geldiğini fark etti. Hemen kapıyı açıp, kahvesini ocağa koydu ve dikiş
makinesini çalıştırdı. Ne kadar yoğun olsa da fark etmez, çok özenli ve güzel
iş çıkarmalıydı. Akşam gelen müşterisini memnun etmek istiyordu. Bir müşteriyi
nasıl kazanacağını iyi biliyordu. 25 yılını verdiği mesleğini seviyordu.
Kendine yeni bir dükkân açmış olmanın verdiği heyecanla işe koyuldu.
Yaptığı işler zor olsa da mesleğinde usta
olduğu için ona kolay geliyordu. Tek sıkıntısı zamanla yarışmak ve güzel bir
organizasyon yapmaktı. Bir yandan çalışıyor bir yandan da kendi kendine
konuşuyordu; “İyi ki mesleğim var. Yoksa yalnız bir başıma nasıl yaşardım? Ah o
beceriksiz kocam! Onu daha önce boşamalıydım. Ne güzel bir dükkanım vardı.
İşlerimiz nasıl bereketliydi. 20 kişilik bir ekiple, siparişlere yetişemezdik.
Ah ne güzeldi o zamanlar. Kıymetini bilemedim! Yönetimi ona bırakmayacaktım,
biliyordum beceriksiz olduğunu, dükkân batana kadar nasıl anlayamadım?” diye
hayıflandı.
Düşmüş ama takılı kalmamıştı. Yeniden
ayağa kalkmış, her şeye yeniden başlamıştı. Hem işinden hem eşinden olmayı
talihsizlik olarak değerlendiriyordu.
Zaman hızla geçmiş, akşam karanlığı
çökmeye başlamıştı. Siparişlerin son rötuşlarını yapıp, hazır edince, yine
yemek yemeyi unuttuğunu fark etti. Mutfağa gidip, hızlıca bir şeyler bulup atıştırdı.
Ne de olsa müşterisinin gelmesine az kalmıştı. Çok geçmeden etrafı toparladı.
Derken telefon çaldı, arayan küçük oğluydu.
-Anne, nasılsın?
-Oğlum, sesini duydum ya iyiyim,
çalışıyorum. Sen nasılsın?
-İşten çıktım, yemeğe sana doğru
geliyorum. Konuşacaklarım var.
-Hayırdır oğlum. Bir şey yok değil mi?
İyi misin?
-Yok ya aynı şey işte patron canımı
sıktı, ayrılacağım bu işten. Sana bahsettiğim ayakkabıcıyı açacağım, artık
karar verdim. Bu adamla daha fazla muhatap olmak istemiyorum. Açarım kendi
yerimi rahat ederim. Her şeyi ayarladım. Dükkân bile buldum. Yarın sabahtan
seninle gidip, imzaları atarız. Bu sefer ortak falanda istemiyorum. Sen bana
destek olduğun sürece, işlerin yolunda gitmemesi için hiçbir sebep yok, bir yıl
sürmez geri ödeyeceğim zaten. Dükkânın konumu çok güzel. Ufak tefek
değişiklikler yapmak için hesap yaptım. Neyse gelince detayları konuşuruz. Bir
şey istiyor musun?
-Oğlum, bu işler aceleye gelmez. İyice
düşünüp, tartmak gerekir!
-Yok anne canıma tak etti. İşten
ayrıldım. Planlarımı erkene aldım. Sen sözünde durursan, olmaması için başka
engel yok.
-Tamamda 1-2 seneye diye konuşmuştuk. Ben
daha yeni dükkân açtım, şu an zamanı değil demiştim.
-Birikmişin var, kalanı da sana kredi
çekeriz, ben taksit, taksit öderim. Her şeyi anlaştığımız gibi ayarladım
diyorum.
-Şimdi müşteri gelecek. Sen eve geç,
bunları akşama konuşuruz, diyerek telefonu kapadı.
Umarım batırdığı üçüncü iş olmaz. Ah bu
oğlan, aynı babası gibi beceriksiz. Ben de bu yaştan sonra kredi falan ödeyemem
artık. Yok, yok, zamanı değil derim. Abisi öyle değil. Çalışkan, aynı bana
çekmiş, kendi kendine kurdu işini, evlendi çok şükür iki de torunum oldu.
İkisini de ben yetiştirdim, nerede hata yaptım ki? Bırak evliliği daha bir
baltaya sap olamadı. Oda alsa işini eline, kursa yuvasını, daha ne derdim
kalır?
Derken müşterisi geldi. Selam, kelam
sonrası “Size ne ikram edeyim?” diye sordu. Dükkanından kimseyi ikramsız
göndermek istemezdi. Müşteri acele etse de biraz ısrarın ardından, kahveleri
koydu. Müşterisi “Bugün seni biraz dalgın ve üzgün gördüm? Yapabileceğim bir
şey var mı?” diye sordu. Seda durumunu bir çırpıda anlattı.
-Sedacım, bu hikâye eşinle yaşadıklarına
çok benziyor. Hiç dikkatini çekti mi? Yoksa tek benzeten ben miyim? Diye sordu.
İnsan kendinden çok başka insanları görmeye meyillidir. Hiç kimse hatayı kendinden bilmez. Hatta “İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batırmak!” diye bir söz vardır. Yani, başkasını eleştirmek kolaydır. Ancak dününden iyi olmaya niyetlenen kendini eleştirir.
İnsan çözemediği bir sorundan
uzaklaştığında kurtulduğunu zanneder. Benzer sorunlar yaşamaya devam ettiğinde
de talihsizlik, şanssızlık diye tanımlar. Oysa öğrenmesi gereken şeyi
ertelediğinin farkında bile değildir.
Değişmesi gereken kişinin verdiği
tepkiler midir? Yoksa çevresi mi? Yaşanmışlıklarından olumlu ya da olumsuz
sonuçlar çıkartıyor olmak, kişinin problem çözme becerisini yükseltir. Peki
nasıl?
“İnsanoğlu, yeryüzünde var olduğundan beri, en büyük dostu ve düşmanı hiç değişmedi... Aynada ki kişi...Tek başına neler yapabileceğini keşfet;"
Yahya Hamurcu


4 Yorumlar
Yüreğinize sağlık 💐
YanıtlaSilİnsan hatayı kendinde görmüyor. İnsanlarda hata bulunca da ayrışmak çözüm oluyor. Ama ne kadar kaçsada insan yeni gittiği yerde de benzer şeyleri yaşıyor.
YanıtlaSilİnsanın hayatında tekrar eden problemlerini çözebilmesi için; başkalarını suçlamayı bırakıp, ben nerede yanlış yapıyorum diye bakmalı
YanıtlaSilOysa dışardaki problemler insana nasıl çözümü kolay geliyor, sorun karşıdaki oldu mu hemen problemi- çözümü görüyoruz. Ama iş kendimize geldiği zaman, anca sonunda “ben şimdi ne yapacağım” diyoruz. İşte ana mesele işler düğüm olmadan önce, henüz başında küçükken çözebiliyor olmak. Umarım bizlerde problemlerimizi büyütmeden çözebilenlerden oluruz.
YanıtlaSil